Cuma, Ağustos 30, 2024

O Call Back Yesterday, Bid Time Return

Tutunacak bir yerler aranır hızla düşerken; dostlar, idealler, kurallar, ümitler… Düşüşü durdurmak için değil de sonundakinin korkusunu ve yalnızlığını paylaşmak için belki de.Ne durdurabilir ki düşüşü, herşey beraber inerken ya da zaten düşmek için yaratılmışken.


Yoksa düşüşün hızı mı bizi korkutan aslında? Bir andan sonra bize sabit durma hissi veren, sürekli birşeylerin parmaklarımızın arasından kayıp gittiği hissini içimize kazıyan. Bu mu bizi arada yakalayabildiğimiz anlara gereğinden fazla önem vermeye zorlayan acaba, hayatımızı soluk, bölük resimler serisine çevirmeye mahkum eden, hafızamızı değiştiren.


Dehşet hıza rağmen sürenin değişmediğini anlamak mı gözümüzü boyayan? Bu anlayış mı sorularımızı susturup, merakımızı öldürüp bizi küçük anıların içine hapseden? Çaresizlik mi bunun sonucu, yoksa umursamazlık mı? Yoksa çaresizliği de umursamamaya çalışmak mı? Bu da çaresizlik değil de, ne peki?


Düşünce düşüşü durdurabilir ya da yavaşlatabilir mi en azından? Herşeyin yerli yerinde durduğuna inanmak için, ya da bütün bunların aslında bir tırmanış olduğunu sanmak için kaç tane dost lazım, kaç tane ideal, kaç tane kural ya da emir? Çoklukları, sayıları gerçeği değiştirebilir mi ki, yoksa sadece örter mi? Onlara tutunmak neden bu kadar kolay geliyor bize, aslında korkunç bir çaba gerektirirken ve sonunda hayalkırıklığımızı derinleştirmekten başka bir işe yaramazken?


Peki yolun sonunda bu yanılgıyla güşümseyenler mi olsun geride kalan silik resimdekiler, yoksa inişin ironisine gülenler mi?


20 yıl sonra, bir zamanlar kahkahalarımızın çınladığı yerin şimdi virane olmuş, sessiz harabeleri üzerinde gezinirken, aklımda Yeni Türkü'den bir mısra çınlayıp duruyor:


"Dönmek, mümkün mü artık dönmek?"

Pazar, Kasım 19, 2023

Korkma, Ben Varım

- Korkuyorum, baba. Bırakma beni.

- Buradayım, oğlum. Korkma.

- Ellerim baba, ellerim görünmez oluyor kimi zaman. Gözlerim kararıyor, başım dönüyor.

- Sakin ol, oğlum.

- Baba, hak-hakikat belirginleştikçe, bir sürü sınırlar inceliyor. Elimdedir sandıklarım üzerinde hiçbir hükmüm yokmuş gibi görünüyor. Öğrendiklerimi bir delik torbaya dolduruyor gibiyim. Baba?

- Buradayım, oğlum.

- Boş çıktı, baba. Sandığım boş çıktı. Milyonlarca satır, yüz binlerce sayfadan, binbir emek ve zahmetle süzüp, parlatıp, sandığımda biriktirmiştim oysa. Sandığım bana ihanet mi etti?

- Sen sakin ol.

- Değişiyorum, baba. Renklerim birbirine karışıyor. Bir yandan bulanıp, bir yandan duruluyorum. Ne yana yürüsem, yol hep arkamda kalıyor, baba. Önümde hep aynı bilinmezlik. Ölüyor muyum yoksa, baba?

- Büyüyorsun, oğlum. Büyüyorsun.


Perşembe, Kasım 16, 2023

 Dünlük öldü ama hala yaşıyor.

Pazartesi, Kasım 09, 2020

Mehmed Akif'e

“Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince,

Günler şu heyûlâyı da er, geç silecektir.

Rahmetle anılmak, ebediyyet budur amma.

Sessiz yaşadım, kim beni, nereden bilecektir?”

Mehmed Akif


Ey şair-i vatan, gür sadan hala kubbededir.

Mey'us olma, mirasın kürrede ve habbededir.

Yaktınsa üç gönülde şevk-i sa’yi, aşk-ı imanı

Mesrur ol. Ki şu mübarek Cuma zamanı,

Hiç değilse birkaç el açılacaktır duaya

Selamet-i ruhun için o yüce Mevlaya.

Duruşun, hamiyyetin mücessem hali,

Bir ömür bağrında taşıdın da melali

Yılmadan, usanmadan uyardın durdun

"Sa’y gerektir elbet halası için yurdun;

Çalışmakla mümkün ancak fethi ebedin,

Öyleyse durma, uyanmak lazım!” dedin.

Kimimiz unuttu seni, bıraktı gitti sa’yi

Kimimizse nushunu, lakin, etmedi zayi.

Mevla buyurur gayreti rahmiyle temdid,

Azız belki, ve fakat, asla değiliz nevmid.

Çoğu unuttu seni, gönlünden silecektir,

Müsterih ol yalnız, seni “bilenler bilecektir”.

Ezanlar cami içre mahpus şu memlekette

Yine de hazirun hürmetle dinlemekte

O daveti kariinin zaif, titrek sesinde

Nemçe yurdunda bir Arnavud camisinde.

İçlerinde oturdum da baktım hep birer birer

“Şimdi adını ansam”, dedim, “elbet bilirler”.

Soramadım, lakin, aklıma geleni yutup,

Kahrolurdum Akif’im, “Yok!” derlerse unutup.

Yadıma düştü yüzün gönlümdeki aksinde

Nemçe yurdunda mahzun Arnavud camisinde.

Söylenecek çok söz var ey şair-i vatan

Yüreğimi kanatıp, ya’dımı ye’se atan,

Ama “Ye’s yok!” sözün, mıh gibiyken aklımda;

Diyemem, hepsini gömüp sakladım da

Tek mesrur ol istedim: Asımın nesli duruyor,

Bir kişi bile kalsa, yolunda azmile yürüyor.

Sela sünnet vaktinde, geldi bu nazm husule

Selam eyle bizlerden, ol Hazret-i Resul’e,

Tevfik eylesin Allah O'nun kutlu izine.

Selam eyle, unutma, Çihar Yar-ı Güzin’e.

Selamı var burada bulunan herkesin de

Nemçe yurdunda mahzun Arnavud camisinde.


13 Eylül Cuma 2019

Salı, Ağustos 30, 2011

yoruldum
özledim
sıkılmadım belki ama
huzursuzum
kafam karışık
işler dallandı budaklandı
konsantrasyona en fazla ihtiyaç duyduğum anda
yoruldum
özledim
sıkılmadım belki ama
evde olmak istiyorum
yâr ile olmak istiyorum
dinlenmek istiyorum
çok şey istiyorum
neyse parası vereceğim
Affan Dede'yi istiyorum...
hayra varsın diyorum
İbrahim'i anıyorum...

Pazartesi, Ağustos 08, 2011

- - -

Yaşamayı seviyoruz. Ama "her şeye rağmen" küstahlığı ile değil. Hatta o kadar seviyoruz ki biraz önce kullandığımız "küstahlık" kelimesi zul geldi biraz da; ama yapacak bir şey yok, doğruya doğru.
Yaşamayı seviyoruz. Zira sık sık düşünüyoruz elimizden her an kayıp gidebileceğini. Ve korkuyoruz aslında yaşamayı bu kadar sevmekten; olur ya gözümüz arkada kalacak olursa giderken diye.
Gerçekten, biz aslında yaşamayı çok seviyoruz. Bazen sevinçle kucaklıyoruz hissemize düşeni bazen "başüstüne" deyip kabulleniyoruz serinkanlılıkla. Kimi zaman kimileri küfürler sallıyor, biz de yaptık vaktiyle. Zorumuza gitti. Ama geçti gitti inşallah.
Diri olduğumuzu hissetmenin türlü yollarına şahit olduk. O kadar diri hissettik ki bazen kendimizi, gece yarısı bir sokakta yürürken kimi görsek sarılasımız geldi. Burada olmaktan o kadar mutlu olduk ki başka hiçbir yere gitmek istemedik bazen. Bazense o kadar razı olduk ki yaşamaktan, ölmekten dahi korkmadık.
Kanlı canlı hissettiğimizde var olduğumuza çok sevindik. Teşekkür ettik. Nefeslerimiz çok tatlı geldi.
Yaşamayı sevdiğimizde, çok şey yaşamak istedik. Ama artık yaşamayı daha çok seviyoruz ve aslında bu yüzden razıyız artık yaşayageldiğimiz kadarına. Zira artık yaşamanın her yanını fethetmek istediğimiz bir ganimet, her yanını kurcalamak istediğimiz bir çocukluk hediyesi olmaktan ziyade canımızın özü olduğunu bildik.
Bugünlerde utanıyoruz, vaktiyle yaşamayı bir alacaklı-borçlu münasebetine maruz bıraktığımız için. Özür diliyoruz. Yaşamayı içimizde görüyoruz. Diriliğimizi hissedebilmek için tersinden bakmak, düzünden kırmak, ortasından çatlatmak gibi tansiyonlu evirip çevirmelerle bakmaktan vazgeçtik. Kafamız almıyorsa gözümüze sokmak nafileymiş, öğrendik.
Satırlarda öğrendiklerimizi unuttuk. Sadrlarımızı açtık.
Yaşamayı seviyoruz. Yağmuru düşünmeksizin, mütevekkilane tohumlarımızı serpebilmenin verdiği gönül rahatlığıyla seviyoruz yaşamayı.
Kendimizi sulh ve sukunetin yatıştırıcı kollarına emanet ederek seviyoruz yaşamayı. Hesap görmeksizin yürüyebiliyoruz şükürler olsun.
Satırlarda sayıkladıklarımızı unuttuk. Sadrlarımızı açtık. Yaşamayı sevdik. Yaşamı verene ve yaşamayı sevdirene teşekkürü borç bildik.
Teşekkür ediyoruz.

ve sözlerindeki kırgınlığa aldırmaksızın notalarındaki yumuşaklığa hayran olup, yatıştırıcı sesiyle Bülent Ortaçgil' den şu şarkıyı da dinliyoruz (ne yalan söyleyelim, Teoman'dan beğenmedik):

http://www.youtube.com/watch?v=dYEdH0gjcNA


Selam olsun tüm yaşayanlara.

Pazar, Temmuz 24, 2011

Gişe Memuru


Gişe Memuru. 2010. yazan yöneten: Tolga Karaçelik. Başrol: Serkan Ercan.

Çok güzel. Çok hoşuma gitti. Yusuf Atılgan'ın aynı adlı eserinden uyarlanan "Anayurt Oteli"ni hatırladım. Çok sevdim. Yeşilçam adına da çok sevindim.

Yan karakter kadın oyuncuya az ağırlık verilmesi ayrıca hoş. Esas hikayenin ağırlıklı olarak ana karakter üzerinde örgülendiği filmlerde yan karakterin zorla sokuşturulduğu çok belli olur. Buna rağmen Hollywood'un "lanet olası" bir vazgeçilmezidir bu ve onbeşinci dakikadan sonra "eaaahh" dedirttiği çok olmuştur bana.

Ana karakter için Serkan Ercan seçimi tam isabet. Rüşdünü ispat etmiş sanki. Esaslı bir sinema geleceğinin beklediğine eminim kendisini.

Müzik: Cem Adıyaman. Müzik çok başarılı.

Yazmaya başladıktan sonra baktım, zaten 2010 Altın Portakal ödüllerinden üçünü almış:
En iyi ilk film, en iyi erkek oyuncu (Serkan Ercan), en iyi görüntü yönetmeni (Ercan Özkan). Hepsini haketmiş. Varolsunlar.
Seyredilsin derim ben.

Şu da "Trafik" adlı müziği filmin:

http://www.youtube.com/watch?v=JYPgRZ7hWU0

Selam olsun.