Çarşamba, Aralık 12, 2007

......

...

Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!

Ve toprağın rüyayalan gibi girişi.

Sana da Monna Rosa, taş bebeğiraktık.

Ellerindeıklı balıkların bir dişi.

Senin hatıran gibi büyük, yeni, karanlık;

Senin hatıran kadar Allah ve şeytan işi...

Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!

...

SEZAİ KARAKOÇ - Ve Monna Rosa'dan


Salı, Aralık 11, 2007

KADIN ŞAİRLER AŞKTAN BAHSETTİKLERİ ZAMAN

Kadın şairler aşktan bahsettikleri zaman
Mangalın küle mahcubiyeti artar
Divitlerin ucu eğilir akıtmaya başlar hokkalar
Ayırır denizin kibrini bin parçaya ünlü keman

Donup kalır kadın şairler aşktan bahsettikleri zaman
Nefesi kibrit çöpü hissiyle ağdırılan terazi
Duyulur arş-ı âlâda ipsiz birinin çürümüş tahta perdelere
Attığı yumruk tangır tungur

Kalakalır açık kalır tentürdiyot şişesinin kapağı
Kadın şairler aşktan bahsettikleri zaman
İşitmek istemezsin çığlık istemezsin ah ü enîn
Nedir bu dersin ciyak ciyak
Sırası mıydı şu öğle vakti.

Kadın şairler aşktan bahsettikleri zaman
Kilidiyle kırk yıldır nikah altında kalan defter yanar
Kilit kalır nikel kilit alevlerin büktüğü nikel kilit
Kadın şairler aşktan bahsettikleri zaman

Kadın şairler aşktan bahsettikleri zaman
Akvaryuma dalıp gitmek sırası bir türlü bize gelmez
Biblonun boyasındaki çatlağı farkederiz
Kadın şairler aşktan bahsettikleri zaman
Bir bahane uydurup baklacılar konserine gitmeyiz.

İSMET ÖZEL

Salı, Kasım 27, 2007

Hikayesiz..

İçim yine huzursuz ... İndim ayaklarımı sürüye sürüye kumsala. Baktım etrafa, her şey derin ve gizemli göründü gözüme. Kendimi sığ hissettim, üzüldüm; böyle olmamalı dedim en iyi dostuma, kendime; başladım hikayemi yazmaya kumlara, deliler gibi parmağımla. Bir uçtan öbürüne doldurdum kumları, bazen güldüm, bazen üzüldüm, bazen de çıldıracak kadar pişmanlık duydum hikayemdeki benden. Duramadım ama, durduramadım kendimi, yazdım yazdım, biraz da yazdıklarımdan gurur duyarak. Birileri de görsün istedim aslında, kendim için yazmış olsam bile. Belki beğenirler diye düşündüm; vay be desinler istedim gizli gizli. Kendimle her zamanki inat oyununu oynadım, olduğu gibi yazmaya çalıştım herşeyi, hayali seyircimin, hayali yorumlarını hesaba katmadan. Yapamadım aslında, kim yapabilir ki zaten? Ama elimden geldiğince olan beni yazdım, olması gerekeni değil. Sonra bir geri adım attım, şöyle bir baktım yazdıklarıma, sanki bilmiyormuşum ne olduğunu gibi, kendimi övecek bir şeyler bulmayı isteyerek. Bazen traji-komik ama yine de kıymetliydi hikayem, en azından benim gözümde. İşte tam o anda pis bir rüzgar çıktı, uğursuz bir işaret gibi. Deniz hareketlendi sanki rahatsız olmuşçasına. Kalleş bir dalga geldi taa uzaktan. Gördüm geldiğini, korumaya çalıştım hikayemi ama ne yapabilirdim ki? Geldi yavaş yavaş, önce kendi başladı eziyete, sonra kardeşleri devam ettiler; sildiler hikayemi acımadan. Bağırdım onlara, yumruğumu bile salladım, kendi acizliğimi farketmeyerek; dursunlar diye, gitsinler diye, başka birini bulsunlar diye.. Oysa onlar da geldiler sürekli, güldüler bile belki, hatta eminim güldüler; duydum kendimce iğrenç, pis, sadist gülüşlerini. Onlar için kim olduğu farketmezmiş, silmekten baska bir amaçları yokmuş gibi geldiler durmadan. Sonra birden kayboldular, hikayemden geriye koca bir hiç bırakarak. Oturdum ıslak kumların üstüne, gözlerim doldu hemen, agladım, duramadım. Huzursuzluğum daha da arttı, hikayem gitmişti, beraberinde beni de götürerek. Kim bilecekti beni şimdi? Ne kalmisti ki geriye? Bu ana kadar olan ben bu hikayeydim zaten, bundan sonrasindan beklenecek ne vardı ki? Baştan yazmanın bir manası var mıydı, her isteyen silebilecekse? Zaman içinde bir an mıydı hepsinin ödülü? Ruhum için üzüldüm, kendim için üzüldüm. Yok muydu kendinden geriye ufak da olsa bir iz bırakmanın yolu? Her şey silinip gidecek miydi böyle her zaman? Çaresizce eğdim başımı. Başka zamanda, başka kumsallarda, başka insanlar aynı çaresizligi hisseder mi diye merak ettim. Başkaları da ne kadar küçük ve önemsiz olduklarının farkındalar mı acaba? Kafamı yordum, gelmiş geçmişlerden kalıcı bir iz bırakabilmiş bir kişi bulabilmek için; kimseler gelmedi aklıma. Kendimi de kattım şimdiden kaybolup gidenlerin arasına, biraz daha ağladım...

Cuma, Eylül 28, 2007

Perşembe, Eylül 27, 2007

İnsan terk ederken bir sebep gösterir. Birşey söyler. Karşısındakine cevap hakkı tanır. Öyle durup dururken gidilmez. Yok, çocukluk bu...

Marcel Proust




Gökyüzü gibi birşey bu çocukluk, hiçbir yere gitmiyor...

Edip Cansever