Salı, Ağustos 30, 2011

yoruldum
özledim
sıkılmadım belki ama
huzursuzum
kafam karışık
işler dallandı budaklandı
konsantrasyona en fazla ihtiyaç duyduğum anda
yoruldum
özledim
sıkılmadım belki ama
evde olmak istiyorum
yâr ile olmak istiyorum
dinlenmek istiyorum
çok şey istiyorum
neyse parası vereceğim
Affan Dede'yi istiyorum...
hayra varsın diyorum
İbrahim'i anıyorum...

Pazartesi, Ağustos 08, 2011

- - -

Yaşamayı seviyoruz. Ama "her şeye rağmen" küstahlığı ile değil. Hatta o kadar seviyoruz ki biraz önce kullandığımız "küstahlık" kelimesi zul geldi biraz da; ama yapacak bir şey yok, doğruya doğru.
Yaşamayı seviyoruz. Zira sık sık düşünüyoruz elimizden her an kayıp gidebileceğini. Ve korkuyoruz aslında yaşamayı bu kadar sevmekten; olur ya gözümüz arkada kalacak olursa giderken diye.
Gerçekten, biz aslında yaşamayı çok seviyoruz. Bazen sevinçle kucaklıyoruz hissemize düşeni bazen "başüstüne" deyip kabulleniyoruz serinkanlılıkla. Kimi zaman kimileri küfürler sallıyor, biz de yaptık vaktiyle. Zorumuza gitti. Ama geçti gitti inşallah.
Diri olduğumuzu hissetmenin türlü yollarına şahit olduk. O kadar diri hissettik ki bazen kendimizi, gece yarısı bir sokakta yürürken kimi görsek sarılasımız geldi. Burada olmaktan o kadar mutlu olduk ki başka hiçbir yere gitmek istemedik bazen. Bazense o kadar razı olduk ki yaşamaktan, ölmekten dahi korkmadık.
Kanlı canlı hissettiğimizde var olduğumuza çok sevindik. Teşekkür ettik. Nefeslerimiz çok tatlı geldi.
Yaşamayı sevdiğimizde, çok şey yaşamak istedik. Ama artık yaşamayı daha çok seviyoruz ve aslında bu yüzden razıyız artık yaşayageldiğimiz kadarına. Zira artık yaşamanın her yanını fethetmek istediğimiz bir ganimet, her yanını kurcalamak istediğimiz bir çocukluk hediyesi olmaktan ziyade canımızın özü olduğunu bildik.
Bugünlerde utanıyoruz, vaktiyle yaşamayı bir alacaklı-borçlu münasebetine maruz bıraktığımız için. Özür diliyoruz. Yaşamayı içimizde görüyoruz. Diriliğimizi hissedebilmek için tersinden bakmak, düzünden kırmak, ortasından çatlatmak gibi tansiyonlu evirip çevirmelerle bakmaktan vazgeçtik. Kafamız almıyorsa gözümüze sokmak nafileymiş, öğrendik.
Satırlarda öğrendiklerimizi unuttuk. Sadrlarımızı açtık.
Yaşamayı seviyoruz. Yağmuru düşünmeksizin, mütevekkilane tohumlarımızı serpebilmenin verdiği gönül rahatlığıyla seviyoruz yaşamayı.
Kendimizi sulh ve sukunetin yatıştırıcı kollarına emanet ederek seviyoruz yaşamayı. Hesap görmeksizin yürüyebiliyoruz şükürler olsun.
Satırlarda sayıkladıklarımızı unuttuk. Sadrlarımızı açtık. Yaşamayı sevdik. Yaşamı verene ve yaşamayı sevdirene teşekkürü borç bildik.
Teşekkür ediyoruz.

ve sözlerindeki kırgınlığa aldırmaksızın notalarındaki yumuşaklığa hayran olup, yatıştırıcı sesiyle Bülent Ortaçgil' den şu şarkıyı da dinliyoruz (ne yalan söyleyelim, Teoman'dan beğenmedik):

http://www.youtube.com/watch?v=dYEdH0gjcNA


Selam olsun tüm yaşayanlara.

Pazar, Temmuz 24, 2011

Gişe Memuru


Gişe Memuru. 2010. yazan yöneten: Tolga Karaçelik. Başrol: Serkan Ercan.

Çok güzel. Çok hoşuma gitti. Yusuf Atılgan'ın aynı adlı eserinden uyarlanan "Anayurt Oteli"ni hatırladım. Çok sevdim. Yeşilçam adına da çok sevindim.

Yan karakter kadın oyuncuya az ağırlık verilmesi ayrıca hoş. Esas hikayenin ağırlıklı olarak ana karakter üzerinde örgülendiği filmlerde yan karakterin zorla sokuşturulduğu çok belli olur. Buna rağmen Hollywood'un "lanet olası" bir vazgeçilmezidir bu ve onbeşinci dakikadan sonra "eaaahh" dedirttiği çok olmuştur bana.

Ana karakter için Serkan Ercan seçimi tam isabet. Rüşdünü ispat etmiş sanki. Esaslı bir sinema geleceğinin beklediğine eminim kendisini.

Müzik: Cem Adıyaman. Müzik çok başarılı.

Yazmaya başladıktan sonra baktım, zaten 2010 Altın Portakal ödüllerinden üçünü almış:
En iyi ilk film, en iyi erkek oyuncu (Serkan Ercan), en iyi görüntü yönetmeni (Ercan Özkan). Hepsini haketmiş. Varolsunlar.
Seyredilsin derim ben.

Şu da "Trafik" adlı müziği filmin:

http://www.youtube.com/watch?v=JYPgRZ7hWU0

Selam olsun.

Pazartesi, Mayıs 02, 2011

duraksamak

içinden çıkamadım. çayım da bitti çoktan. canım da sıkkın zaten. "neden?" sorusunu sorup da cevaplayamadığımız zaman kafamız çalışıyor aslında. çok çalışıyor. "neden?" diye soramadığımız zaman: duraksıyoruz.
nerede yanlış yapıyoruz, diye sorduğumuzda "doğru" ve "yanlış"ın aslında birer yeri ve anlamı vardır zihnimizde.
yapageldiğimiz şeyin "doğruluk" ve "yanlışlık" gibi bir değer taşımadığını farkettiğimizde: duraksıyoruz.
"atma"lar olmuyor. düşünceler bozunup, bileşenlerine ayrılıyor, cismini ve biçimini yitiriyor, varlık sahasından çekiliyor.
beynimin tepesinde sanki bir çorba-misal bir havuz varmış da, aklım o çorbada karışıp bulamaca dönmüş gibi oluyor. böyle olunca duraksıyorum.
duraksadım.
duraksayınca, la havle çekmeli. hiç olmuşuzdur zira. Öz çekilmiştir, gölge de yok olmuştur o zaman. havl ve kuvvet, cüz'an da olsa elimizden çıkmıştır.
duraksadım.
la havle...

bocalamak

duramıyoruz. durup düşünemiyoruz. devam etmek zorundayız.
duramayınca hayal de kuramıyoruz. kırıyoruz. kırık bırakıp yürüyoruz. yürürken sakız çiğneyemiyoruz. sakız çiğneyince, duruveriyoruz. durunca hiçbir şey daha iyi olmuyor.
uzun zamandır şarkı da dinlemiyoruz. hayata girerken hayattan kopuyoruz. yeni çıkan şakalardan şarkılar yapamıyoruz. yeni çıkan şarkılarla ilgili şakalar da yapamıyoruz.
kirlendikçe, tabiatımızdan sterilize oluyoruz.
bir şey hakkında her şeyi düşünmeye gücümüz de zamanımız da yetmiyor. her şey hakkında bir kere olsun düşünmek? o artık mazi. gençlik hevesi.
artık anlıyoruz ki babalarımızın bir şey söylememesi, bir fikirleri olmadığından değil; aksine söyledikleri zaman bir şeyin değişmeyeceğine dair bilgece inançları. acemice değişime inanmanın mı yoksa tesir etmeyecek şeyi söylememenin mi daha iyi olduğunu tartışmıyoruz. mesele bir zamanlar bunlardan ancak ilkini becerebilecek kadar gençken, sonradan sadece ikincisini becerebilecek kadar yaşlı hissetmemiz.
dün büyüklük olanın, bugün çocukluk olması.
gençlik: tesiri olmasa da söyleyebilmek.
olgunluk: gönül razı olmasa da susabilmek.
her durumda fuzuliyiz.
Allah Fuzuli'den razı olsun.
Allah, babamızdan da razı olsun.

değişmek

hayata girerken hayattan uzak kalmak. özleriz başıboş düşünmeyi. belki de eski bir alışkanlık olarak oturup üzülmeyi.
kusura bakma ama ben böyle düşünüyorum, dediğimizde bilmiyorduk eskiden bunun : "fikrimi değiştirmeye niyetim yok. kusura bakarsan da .ikime kadar" demek olduğunu. zira o zamanlar fikrimiz sadece biz olduğumuzda da bir şey ifade ediyordu. ama yeni durumlarla karşılaşıyoruz. büyüyoruz. çünkü artık sık sık, karşımızdaki kusura baktığı zaman, öyle yahut böyle düşünmek bir boka yaramayabiliyor.
yeni durumlarla karşılaşmak. hep büyük mevzularda sözkonusudur böyle şeyler sanırdım. ama her insanın hayatında oluyormuş aslında. ya da olsa gerek. bildiğin hiçbir şey, yol, yöntem, yaklaşım hiçbir işe yaramıyor. bir anda tüm tecrübelerin boşa çıkıyor. anlamsızlaşıyor. yeniden öğrenmek? o bir zorunluluk. ve hep sancılı.
ona da alışılır. neye?

Salı, Şubat 15, 2011

Leyl-i Münevver

- Büyük adamlar kuyruklarını sıkıştırmazlar.
- Büyük adamlar utanırlar mı?
- Çok.
- Utanılacak işler yapar mı büyük adamlar.
- Herkes utanılacak iş yapar, büyüklük utanmamak için sebatlı davranmada, utanacağı zaman bununla yüzleşebilmede, ve nihayet utanmak kaçınılmaz olduğunda da utanmayı bilmede.
- Zor durumlar. Zor haller bunlar. Büyüklük nerde? Utana sıkıla bir şey istemede mi? Yoksa, o şeyi istememede mi? Yiğitlik? Büyüklük? Tenezzül? Küçülme? Gurur? Kibir? Kolayca ayrılabilen şeyler mi bunlar birbirinden?
- Yok. Değil. Ayrılmaz kolay kolay. Büyüklük boyunun ölçüsünü bilmede. Ne eksik ne fazla. Bakışın keskin olmalı bunun için.
- Bakış nasıl keskin olur?
- Baktın mı hakikatle yalanı, doğru ile yanlışı ayırt edeceksin.
- Kolay mı?
- Değil.
- İnsanın kendisinde olan bir şey mi o beceri?
- Hakedersen verirler.
- Nasıl hakedeksin?
- Büyük adam olacaksın.
- Nasıl büyük adam olunur?
- Evvela küçük, küçücük, aciz bir adam olduğunu kabul edeceksin...

O merdivenin ayakları dünyada evlat. Önce gözünün önüne bakacaksın. Sabah işe gideceksin, zamanında ama. Akşam evinin yolunu bileceksin. Gece yatmayı bileceksin. Baykuş gibi oturmayacaksın. Cümle aleme bereket dağılırken ayaklarını uzatıp uyumayacaksın.
Koskoca Ziya Paşa "İdrak-ı mealî bu küçük akla gerekmez; zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez" derken, sen boş atıp dolu tutmaya niyet aldınsa, var eyle bildiğini; gör yetecek mi pişirdiğine.
Temizlen önce. Arın. Yumuşasın kalbin. Kibrin kırılsın. Nimet geldiğinde - gelirse eğer - konaklayacak bir yer bulsun kalbinde.
Gururu bırak. Benliği bırak. Sen de utanacaksın, kabul et. Yanlış iş göreceksin. Ayıplanacaksın, hazmet. Bırak her şeye güç yetirme sevdasını. Tam olarak, her şeye güç yetiremeyeceğini öğrenmek için buradasın evlat.
Her Şeyin Sahibi dilemeseydi ne Züleyha'ya sırtın dönerdi Yusuf ne o kadar cesur olurdu Musa ne de o kadar ahmak olurdu koca Sultan-ı Mısr Firavun.
Koca Yunus "Benim yüzüm yerde gerek, rahmet bize yerden yağar" der, sen uçmaya sevdalısın. Heyhat! Düşersin!
Sakın! Sen sakın, yeter o sana.
Ha bir de, sırtını ağaca dayama. Hele de insana. Sakın!
Var git. Yolun açık, kandilin mübarek olsun.

Salı, Ocak 11, 2011

Gözünün Önüne Bakmak

gözünün önüne bak. işine bak. ağzını ayırma. aylak aylak dolanma. büyük sözleri bunların hepsi. daha çok söyler olduk bunları. demek ki büyüyoruz biz de. baba sözleriydi bunlar. amca nasihatlarıydı.
geç dolan çevril gel bu yana. bu yan dünya. ayağın biri dünyaya basmalı. dünya kötü, dünya güzel, insanlar kötü, insanlar güzel, hayat boktan, hayat güzel; hepsi dırıvırı. dünya işte. yaşa. çok yaşa sen dünya.
bir ayağın dünyaya basacak. unutacak mihriban da zaten. işi rasgitsin.
herkes dökülür gider bir arkta. su akar yatağını bulur. yatağını bulan su durulur. duru su işe yarar: çamaşır yıkanır duru suda. duru su içilir. duru suda yıkanılır. kiri pası alır götürür.
duru su: yaşayakalan su. kaybolmamış. kurumamış. ama ehlileşmiş.
hoşgörü: kemal belirtisi.
en güzel soru cevabı olan soru.
gözümüzün önüne bakalım madem biz de. gözümüzün önü dünya. arkası biz. kendimiz. gözünün önüne bakmak kendiyle oyalanmayı bırakıp dünyaya ayılmak. ayılalım dünyaya biz de.
çok yaşa sen baba.