Perşembe, Haziran 25, 2009

Gece, Gündüz ve Bir Zevk-i Fâni

Asım konuşur hep. Sadece konuşur Asım. Elinden bir iş geldiği de yoktur; zaten biraz da bu yüzden çok konuşur. Aradım, taradım. Düşündüm, tarttım. Öyle üstünkörü de değil. İyice kurcaladım. Bir dikili taşını bulamadım. Bir dikili ağacı yoktur yeryüzünde. Ama konuşur o, sürekli konuşur. Ara sıra canı sıkılır, tutar bana da söver. Burnu beş metre havada bu adamın sanki çenesinin altında bir kazık vardır. Kimseleri de beğenmez. Zaten her şeyi kendisi bilmektedir zira.
Sorarım sana, Asım, güya bize katılmadın, güya bizden olmadın; söyle madem bana, dışımızda da kalabildin mi? Eğme başını yere. Şunu yaptım, de bana. Diyemezsin. Çünkü sen hep konuştun. Hep kafa şişirdin, Asım. Destanlar düzdün yaşanmamış şeylere. Yapmadığımız her şeyden sorumlu tuttun bizi. Ama sen de yapmadın, Asım. Dilin her bir yere döner senin. Yalan söylemezsin belki, ama söylediklerinin gerçekte karşılığı da yoktur. Dokunmadık biz sana, elini tutmadık, ayağını bağlamadık, sana yol verdik, sebep verdik. Sen ne yaptın? Konuştun. Hep konuştun.
Bizim zehrimiz sen istemedikçe sana bulaşmazdı, Asım. Sen geldin bize. İstedin o zehirden. Oturup da beklemedin can şerbetinden. Can şerbeti senin için akmaya başladığı her defasında sen çoktan usanıp beklemekten, gelmiştin bizim kapımıza. Toprak sana ruhunu her sunduğunda sen bizim meşk ü muhabbetimizde idin. Biz senden beriyiz, Asım. Ne ettinse kendin ettin.
Kıskanma bizi, Asım. Senden iyiyiz diye bizi kıskanma. Sen bizden yüz çevirdin, ama diğerine de yüz sürmedin. Bir gün kendi dinine inandın, bir gün bizimkine. Sen iki arada bir derede kalmışsın. Ne bizden oldun ne diğerinden. Kaypaksın sen, Asım, kusura bakma, ama hakikat budur.
Biz bir şeye hakikat dedik, ama onu hep hakikat bildik. Sen yalan yaşadın, Asım. Sen "benim hakikatim" dediğin hiçbir şey için bekçilik etmedin. İlk fırsatta elindekine ihanet ettin. Ve hep geç kaldın, Asım. Kapımıza geldiğinde biz vazgeçmiş oluyorduk her seferinde, ve sen yine ellerin bomboş kalıyordun öylece. Sana verdiğimizi bin tereddütten sonra atıp ötekine koştuğunda ise beklenmekten usanılmış oluyordun orda da.
Sözlerini borç aldın, Asım. Aşklarını ve hakikatlerini de. Öfkeni, bilgini ve hatta bilmediklerini de borç aldın sen. Hepsini çarçur ettin. Biz senden beriyiz, Asım.
Kudurgan köpekler gibi saldırmayız biz kimseye, Asım. Elimizdeki seni baştan çıkardı. Ulaşamadın kudurdun. Verdiğimizi beğenmedin, veremeyeceklerimize koştun; ama onu da alamadın. Sonra yine kudurdun.
Bir dikili taşını göster bana, Asım. Becerebildiğin bir şey göster.
Söylemediler mi, Asım sana, biz esasında hiçbir şey vermeyiz. Biz hep alıcıyız. Bunu bildirmediler mi sana? Bildirmişlerdir elbet. Her gün dinledin. Her gün okudun bu gerçeği. Hayaller kurdun, rüyalarda yaşadın hep. Biz seni uyandıracak değildik. Uyaracak da değildik.
Ama sen tembelsin, Asım. Korkaksın. Beğenmezsin güya bizi ama, biz senden daha çalışkan daha cesuruz. Pısırık ve yılıbıksın. Ve sen hep konuşursun, Asım. Ödünç yaşamaya alışıksın sen çünkü. Ağlak ağlak bakma, Asım. Dün gözlerinden ateş saçılıyordu bana söverken. Sil şu sümüğünü, Asım; ağlak ağlak da bakma bana.
Gün her doğduğunda peşimizde bulduk seni. Verin, diyordun. Verdikçe daha da istiyordun. Gün her doğduğunda bir adam olarak peşimizde buluyorduk seni ve gece her bastırdığında bambaşka bir adam olarak gidiyordun yanımızdan. Her gece yeminler ediyordun, bir daha gelmem buralara, diye. Ellerinin boş olduğunu gece karanlığında farkediyordun. Ama her sabah peşimizde buluyorduk biz seni ayaklarını sürüye sürüye. Zaten, Asım, sen aslında bu yüzden istemezsin güneşin doğmasını. Dizlerin senden şikayetçi, Asım, ellerin senden şikayetçi. Ve biz aslında kimseyi zehirlemeyiz.
Ne o, Asım. Kanıyor musun yoksa? Güldürme beni, Asım. Sana öyle geliyor olmasın? Bize kalırsa bağrından akanlar kan değil; salyan ve sümüğün. Git Asım, işine git. Geceleri kim ile meşke talipsen oraya git. Ama sabah gelirsen yanımıza, memnun etmeye çalışırız seni, belki. Ama sen memnun da olmazsın.
Ne o, Asım. Kanıyor musun yoksa? Hiç sanmam. Çünkü biz kanatanlardan değiliz. Biz avutanlardanız, ama gözlerini kapatıp bize teslim olursan. Biz oyalarız seni, eğer istersen. Ne istersin, Asım, bizden? Bak. Çeşit çeşit bahanelerimiz var. Seç, beğen, al götür senin olsun. Varsa bir talibi satarsın. Ordan aldığınla da gündüzleri sana bol bol nefesler veririz, geceleyin kokar sana biraz ama, olsun, nefes nefestir.
Şimdi git, sabah gel, Asım. Bu saatler biz senden beriyiz çünkü. Sen git şimdi, derin yanılgılarına ağla. Sabah gelirsin tekrar nasıl olsa.
Kanıyor musun, Asım. Kesme kendini, dur!

Çarşamba, Haziran 24, 2009

Kelam, Kan ve Bir Mevt-i Feci

Sözler ölü toprağı gibi, Nazmi. Zehirli buğular gibi yayılıyor havaya. Oysa söz dediğin bıçak gibi kesmeli. Kan akmalı, Nazmi. Ilık ılık kan akmalı.
Derlerdi inanmazdın. Şerefsizlik nesilden nesile, dilden dile, günden güne sürüp geliyor. Sanki birbirlerine vasiyet ettiler. Herkes bu sirkin içinde Nazmi, kusura bakma, sen dahil. Gök çatlayacak nerdeyse bu zulümden, yerin canı sıkışır habire. Toprakla aramıza mesafeler girdi, gök iyice uzaklaştı. Can şerbeti akmaz oldu. Kainat eteklerini topluyor. Sakınıyor senden benden. Aramıza mesafeler girdi, Nazmi. Sekerât'ül mevt demiş eskiler. Can çıkarken sarhoş, can çıkarken baygın insan. Sesleri duyulmaz. Feryadı arşa çıkar da, yanıbaşındakilerin zerre yardımı olmaz; aralarında konuşmadadırlar. Oysa Nazmi, araya mesafeler girdi. Ne gün girdi, bilinmez. Toprak ruhunu sakınır bizden. Yeryüzünde yürürüz de yine de çığlıklarımız bilinmez bir delikten kaybolur hep. Biz öldük mü, Nazmi? Ölmekte miyiz? Omuzlarımızdaki ağırlık neyin yüküdür? Dizlerimiz bizden şekvacı. Ellerimiz bizden şekvacı. Gözlerimiz boş bakar.
Doldur, boşalt. Doldur, boşalt. Elde var sıfır.
Diller zehirli, Nazmi. Keşke keskin olsaydı. Kan aksaydı bağrımdan. İnsanın canı yanmalıydı oysa. Ölümle yüzyüze yaşamalıydı ki hayatı yanıbaşına alsındı. Sırtını döndüğü her şey beyninde bir habis ur bıraktı giderken.
Böyle olmayacaktı, Nazmi. Buhranlar yoktu benim hesabımda. Baştan ayağa bedenim çizikler ve kanlar içinde, dağlara doğru haykıracaktım. Madde titreyerek, bazen patlayarak, ama her halde kanlı canlı bir cevap verecekti benim kanlı canlı çığlığıma. Diri, gergin kasları konuşacaktı İsmet. Kanlarımız boşalacak, öylece ölecektik; böyle hayaletler gibi dolaşmaklar olmayacaktı. Böyle yılan yılan kıvrılmayacaktık. Tıslamayacaktık böyle, konuşurken.
Her şeyi yalanlaştırırken sandı ki insan, kendisi gerçek kalabilecek. Hüsran diyorum, Nazmi. Ama insan pişman değil. İnsan zehirli. Böyle içlerimiz boşalmış, böyle gözyaşlarımız kurumuşken, öleceğiz, Nazmi. Ve ne yer ağlayacak ardımızdan ne gökler. İrin irin kokacağız toprağın bağrında. Beynimiz çürüyecek, ama zehirli kıymıklar baki ardısıra.
Böyle olmayacaktı, Nazmi. Birbirimizin canına kastedecektik belki, ama insanlığımıza dokunmayacaktık. Ve kazanan kaybedeni gömecek ve ardısıra ağlayacaktı yüreği paralanasıya. Böyle anlaşmıştık. Kabil, Habil'i kurda kuşa yem etmedi, Nazmi. Ama Adem'in evlatları bunca zalim değildi o zamanlar.
Dizlerimizin üstüne çöküp, omuzlarımızdan ter akarken, ve beynimize ve yüzümüze yürüdüğünü hissederken kanın, kalplerimizi hissederken güm güm sadrlarımızda, İbrahim'i anacaktık kuytu ama gökyüzünü gören bir köşede, yıldızlara bakıp. Çünkü gerçekten anılmaya değer bir kuldu İbrahim. En büyük putun boynuna asacaktık baltayı. O yaptı, diyecektik. Söylediğiniz yalanlar, saçtığınız zehirler yüzünden oldu, diyecektik. Ne yapıp edecek, yine de bu oyunun dışında kalacaktık. Belki yakalayacaklardı bizi. Ellerimizi ve ayaklarımızı çaprazlama keseceklerdi belki. Belki çarmıha gereceklerdi. Kanlarımız boşalarak ölecektik diri, gergin kaslarımızdan. Hepsini sattık, Nazmi. Kokuşmuş, kirli ve zehirli bir nefes uğruna İbrahim'i de sattık, Nazmi, İsa'yı da sattık. Değer miydi?
Hızır ile İlyas gibi gidecektik, ön saflarında akınların. Sonra ab-ı hayattan demlenip öyle gelecektik geriye.
Yokla kendini, Nazmi. Bak. Kanayan bir yerin var mı? Bıçak gibi söyledim çünkü ben sözlerimi. Kanamıyorsa eğer kalbin, akmıyorsa kanlar ılık ılık bağrından, sen de git, Nazmi. Arkana bakmadan git. Karış vebalı insancıkların arasına. Zehirleyin el ele dünyayı. Yeni doğmuş bebelerin yüzlerine üfleyin nefeslerinizi. İhmal etmeyin. Büyüdüklerinde bencileyin düşman olurlar yoksa size. Nasıl Musa düşman olduysaydı Firavun'a, o misal işte. Evlerinizi ve yurtlarınızı başlarınıza geçirirler yoksa. Çünkü sizden ziyadesiyle kuvvetli milletleri kasırgalar gibi çarpmış oldukları vakîdir.
Yokla kendini, Nazmi. Çünkü bıçak gibi söyledim ben sözümü.

Cumartesi, Haziran 06, 2009