Çarşamba, Aralık 16, 2009

Dünlük' ün Ölümü

"Dünlük ölmüş. Yaşıyor muydu?" diye bir giriş yaparak, kimden aldığımı sadece okumuş olanların belki hatırlayacağı bir günlükten bir parçanın ilk cümlesine atıf yapar gibi görünsem de benim sözüm dünlüğe matuftur; hatta kim bilir, belki de Dünlük'e. Eylül 2007' den beri kendini bir mezar ziyaretçisi gibi hissetmek buruk bir his bağışlıyor insana.
Düne dair düşülen ilk notun tarihi Mayıs 2004'ü gösteriyor. Üç yıllık bir sürenin ardından kimsenin ayak izleri görünmüyor. Kim bilir belki kimsenin düne dair söyleyeceği bir şey kalmamış, belki gün o kadar yoğunlaşmış ki düne ayıracak zaman kalmamış, belki yazarlar ustalık belgelerini aldıktan sonra kendi dükkanlarını açmışlardır; hatta belki de birileri birilerine kızmış da olabilir gönlüne yasladığı dünlüğün yabancılaştığını hissedip. Her şey olabilir.
İki yıldır bu koridorlarda gezerken ayak seslerim yankılandı. Hiç ses sada yok. Kapılar kapalı. Belki odaların sahipleri başka bir yere taşınmış. Belki de içerden kilitlemiş kapılarını da evde yokmuş gibi davranıyorlardır. Bilinmez.
Kendi dükkanında oturmak ayrı bir güzellik. Ama hiç anlamadım, yine bir zamanlar kendilerinin olan dükkanı ziyaret etmeyenler, etmiş olsa da en azından "Geldim, kimse yoktu. Sevgilerimle..." gibi bir not dahi bırakmadıklarında; nasıl devam ederler beklemeye yine kendilerinin olan, ama bu kez tek sakininin kendileri olduğu dükkanda sebatlı ziyaretçileri. Anlamaya lüzum da yok.
Satılığa çıksa Dünlük, talibi çok olur. Çünkü manzarası güzel. Düne bakıyor. Bitmiş olana, hesabı görülmüş olana, başı sonu belirlenmiş olana, insana tedirginlik vermeyene, en güzeli de hiç silinmeyecek olana bakıyor ön cephesi. Hoş Dünlük tek cepheli. Gün döndüğünde güneş alıyor ancak odalar. Ama ziyanı yok; çünkü ancak gün döndükten sonra geliyor gelenler. Hüzün verici olansa şu ki Eşref Çelebi tek başına seyrediyor günbatımını iki yıldan fazladır. Gidemiyor, çünkü kendisi gidince başkasının gelmeyebileceğinden korkuyor. Çünkü inanıyor ki bir kişi bile seyrediyor olsa, yarın yine dün gelecektir; aksi takdirde vazgeçebilir, vazgeçecektir de. Oysa dün olmayınca günün kıymet-i harbiyesi nedir ki?
Dünlük kızmaz. Dünlük küsmez de. Dünlük duymaz. Konuşmaz da. Sadece bağrına basar, saklar kendisine emanet edileni sessizce. Görmesi istenenlere gösterir. Başka da bir meziyeti yoktur. Ama o meziyete sahip başka kimse de yoktur.
Bugün akim durumda Dünlük. Yazık oluyor Dünlük Efendi'ye.
Dünlük vefa beklemiyor. Veda da beklememişti zaten. Ama kimse seyretmezse dün kararlı yarın gelmemeye...

Pazartesi, Aralık 14, 2009

Geçmiş, asla silinmez

Böyle söylemiş büyükler.. Böyle söylemiş Konfüçyüs de. Geçmiş, asla silinmez. Yaptığı veya yapmadığı her şey ama her şey, iyilik olsun kötülük olsun farketmez, bir gün dikiliverir karşısına. Dikilmese de olur. Gerçek orda öylece durmaktadır ve insanın onu değiştirmek için yapabileceği hiçbir şey yoktur.
Kar yağar, yeryüzü güzelleşir. Ama yeryüzü, sinesinde işlenmiş onca kötülüğü koyacak bir yer bulamaz; ve kötülük kalır orada öylece.
Geçmiş silinmez. Böyle emretmiştir Yaradan. Böylece insanı kıskıvrak yakalamıştır. Her gün; her sabah ve her gece, insan yaptığı ve yapmadığı şeylerden dolayı vicdanını teskin etmek için izahlar bulmaya çalışır. Bazen işe yarar ama çoğu zaman bir sonraki, bir sonraki gün, derken yıllar belki de bir ömür boyunca sürer gider bu çaba. Ta ki nefesi tükeninceye kadar. Bazen insan vazgeçer. Kabullenir. Tüm izahların yersiz ve yetersiz kaldığı günler olur. O gün insan kendisi için affedilmekten yahut hoşgörülmekten başka bir yol bulamaz. Bazı günler üçüncü bir yol görünür. Horgörülmeye de razıdır. Ancak, herkes affetse kendi affedemez, herkes hoşgörse kendi hoşgöremez, hatta herkes horgörse kendi horgöremez kendini insan. Ama hiçbir şey, ne af ne hoşgörü ne de horgörü geçmişi silmez. Ne türlü bedel ödenirse ödensin böyledir bu.
"Bundan sonra iyi olmak" ya da "Bundan sonra dikkatli olmak" hiçbir şeyin çaresi değildir. İnsan nefsiyle maluldür. Ve insan vicdanı ile mahkumdur. Bir inatçı yılan gibi dolanır boynuna vicdan. Nefes aldırmaz.
Geçmiştir insanın yüzünü yere yıkan. Değiştiremeyeceği şeyler. Tamir edemeyeceği şeyler. Hiç olmamış gibi yapamayacağı şeyler. İyiliğin kötülükleri giderdiğini, silip süpürdüğünü söylediler. Ama bu da değiştirmeyecek gerçeği. Masun olmak başka şey, masum olmak başka şey, berat etmek başka şey.
İnsan böyle böyle kahrolur her gün ve her gece. Bazı günler yok olmayı diler. Hiç varolmamış olmayı diler. Bazı günler sızıldanır, mırıldanır Ömer misali: "Keşke," der, "keşke, anam beni doğurmayaydı da yol kenarında bir taş olaydım!"
Ve insan vicdanıyla boğuşurken ki herkes inadına masum gözükür kendisi dışında.
Ama yine de yapacak bir şey yoktur. Hiç olmayacaktır da.
Ve insan ne yaparsa yapsın, yaptığı ve yapmadığı her şey yıllar evvel çıkıp batmış bir ergenlik sivilcesi gibi suratında birer yara, birer çukur, birer delik olarak kalacaktır.