Cumartesi, Kasım 13, 2004

Sis

sarmış yine ufuklarını bir inatçı duman,

bir ak karanlıktır gittikçe artan.

baskısı altında silinmiş gibi cisimler,

bir tozlu yoğunluktan oluşmuş tüm resimler;

birtozlu ve ürkünç yoğunluk ki bakışlar

dikkatle giremez derinliğine, korkar!

ama sana lâyık bu derin, karanlık örtü,

lâyık bu örtünme sana, ey zulümler mülkü!

ey zulümler alanı…evet, ey parlak sahne,

ey faciayı bezeyen şatafatlı sahne!

ey şatafatın, gösterişin beşiği, mezarı;

doğunun eski, çekici kraliçesi;

ey kanlı sevgileri tiksinip titremeden

zevke düşkün göğsünde besleyip büyüten;

marmara’nın mavi kucağı içinde

ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı kitle;

ey köhne bizans, ey koca bunak büyücü,

ey bin kocadan kalan el değmemiş dul,

güzelliğinde henüz tazeliğin büyüsü var,

hâlâ titrer üstüne gözleyen bakışlar.

dışardan, uzaktan açılan gözlere süzgün,

mavi gözlerinle ne şirin görünürsün!

şirin, ama en kirli kadınlar gibi:

dökülen gözyaşlarının duygusuz hepsine.

kurulurken daha, bir hainlik eli

yapına lânetin ağulu suyunu katmış sanki!

hep ikiyüzlülüğün kiri dalgalanır zerrelerinde,

bir parçacık temizlik bulamazsın içlerinde.

hep ikiyüzlülük, kıskançlık kiri, çıkarcılık kiri;

yalnız bu…ve yalnız bunun yükselme umudu.

milyonlar barındırdığın cesetler arasından

kaç alın vardır çıkacak temiz ve parlak?

örtün, evet, ey facia… örtün, evet, ey kent;

örtün ve sonsuzca uyu, ey dünyanın koca kahpesi !..

ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;

katil kuleler, haleli, zindanlı saraylar;

ey anıların sağlam mezarı, ulu tapınak;

ey kibirli sütunlar, bağlanmış birer dev gibi,

geçmişleri geleceklere iletmekle görevli;

ey dişleri düşmüş, sırıtan sur kafilesi;

ey kubbeler, ey şanlı dua, dilek yapıları;

ey doğruluğun sözlerini taşıyan minareler;

ey çatısı çökük medreseler, mahkemecikler;

ey servilerin kara gölgesinde birer yer

sağlayabilmiş binlerce sabırlı dilenci;

geçmişlere rahmet! yazılı mezar taşları;

ey türbeler, ey her biri gürültülü bir anıyı

uyandırarak sessiz soluksuz yatan atalar;

ey çamurla tozun savaştığı eski sokaklar;

ey her açılan gediği bir olayı sayıklayan

yıkıntılar, ey it kopuğun pusuya yattığı yerler,

ey kapkara damlarıyla ayakta duran

birer yas simgesi gibi sessiz, yıkık evler;

ey her biri bir leyleğe, bir çaylağa yuva

olan kaygılı ocaklar ki acılarla somurtmuş,

yıllardan beri tütmek nedir... unutmuş,

ey aç midelerin insanı sıkıştıran ağusuyla

her alçaklığı yutan kurumuş ağızlar;

ey doğanın bağışıyla en hazır ve nimetli

bir yaradılışa kavuşmuşken aç, tembel ve kısır,

her nimeti, her bağışı, tüm kurtuluş yollarını

gökten dilenen, katlanıp alçalan... ikiyüzlü!

ey köpeklerin sesi, ey konuşma onuruna kavuşmuş

insandaki şu nankörlüğü lânetleyen bağırış;

ey yararsız gözyaşı, ey ağulu gülüş,

ey güçsüzlük ve acınma sözü, hınçlı bakış;

ey efsanelerin çukuruna düşen anı: namus;

ey yükselme kapısına çıkan yol: ayak öpme.

ey silahlanmış korku, kötülüğün yüzünden

öksüz, dul ağızların yakınması talihten;

ey kişiye dokunmayan ve özgürlüğe yakın

bir soluk alma hakkı veren yasa efsanesi;

ey boş vaat, ey sonu gelmeyen kuyruklu yalan,

ey mahkemelerden durmadan sürülen hak;

ey kuruntu ve kuşkuyla duygusunu yitiren,

vicdanlara kadar uzanan meraklı kulak;

ey dinlenme korkusuyla kilitlenmiş ağızlar,

ey tiksinilen, aşağılanan ulusal çabalar;

ey kılıç ve kalem, ey iki siyasal mahkûm;

ey erdem ve utancın payı, ey unutulan yüz;

ey korku yüküyle iki büklüm gezmeye alışmış

kodamanlarla kuyrukları, koca, ünlü toplam;

ey önüne eğilmiş baş, alnı pak, ama iğrenç;

ey taze kadın, ey onun ardından koşan genç;

ey ayrılık acısı çeken ana, ey küskün eşler,

ey kimsesiz, başıboş çocuklar... hele sizler,

hele sizler...

örtün, evet, ey facia... örtün, evet, ey kent;

<>örtün ve sonsuzca uyu, ey dünyanın koca kahpesi!..